Çocuk ve Travma

Home » Çalışmalar » Çocuk ve Travma


 Her insan çocukluk döneminde az ya da çok stres verici etkenlerle ya da kimi arzularının doyurulamaması gibi gerçeklerle karşılaşır ve bu yaşantılar normal koşullar altında bir travmaya dönüşmez. Ancak gerek yaşanan stres verici olayın şiddeti gerekse cereyan ettiği aile ve çevre koşullarının uygunsuzluğu, bu gibi yaşantıları travmatik bir sürece dönüştürebilir. Bu ise bütün bir yaşamı etkileyecek psikolojik sonuçlar doğurabilir.

Çocukluk çağında karşılaşılabilecek olağandışı stres verici olaylar arasında doğal afetler, ölüm, tıbbi hastalıklar gibi insanlardan bağımsız olgular yer alabileceği gibi dövülme, eleştirilme, ihmal, cinsel taciz gibi insan eliyle yapılan kötü muamele sayılabilir. Öte yandan, görünüşte stres verici bir olay gibi durmasa da öyle durumlar vardır ki, bunlar da travma etkisi yapar: Model çocuk olarak yetiştirilme, yaratıcılığın kısıtlanması, duygu ve paylaşımdan yoksun aile ortamı (işkolik baba- mutsuz anne), anne ya da babanın aldatıcı-ikiyüzlü davranışları (eşlerin sadakatsizliği, ana ya da babanın yalan söylemesi, ilişkilerde para unsurunu kullanma gibi).

Bu tür görünüşte normal, fakat gerçekte travmatik durumlar aşikar istismar ve ihmal olgularından çok daha sıktır ve yaşayan kişi tarafından fark edilmesi daha güç olduğundan daha karmaşık psikolojik sonuçları olabilir. Öte yandan, modern toplumda bu gibi travmatik yaşantıların cereyan ettiği tek yer aile değildir. Özellikle okul ortamı, öğretmen ve okul yöneticilerinin görünürde normal, fakat aslında yanlış tavırları, çocuğun gündelik yaşamında büyük yer kapladığından pek çok çocuk için travmatik olmaktadır. Okul ortamında yaratıcılığı kısıtlama, farklı olanı ya da kimi fikirlere karşı çıkmaya cesaret edenleri cezalandırıp sıradan ('cici çocuk') olmayı başaranları öne çıkarma, çocukların onurları ile oynama gibi çeşitli yanlış davranışlar ruhsal travmaya ve önemli ruhsal zararlara yol açmaktadır.

Her travma ve ihmal kişiyi kendinden biraz daha uzaklaştırır. Kendinden uzaklaşan insan giderek daha fazla çevrenin esiri durumuna gelir. Herkesçe kabul gören davranışlara mutlaka uyum sağlama çabası, gereksiz amaçları gözünde büyütme ve onları gerçekleştiremeyince büyük kırılmalar yaşama gibi kişinin kendi özüyle ilişkisi olmayan, kendi özüne yabancı bir kendilik geliştirilir. Bu gibi kişiler tipik olarak sosyolojik kendilik özellikleri gösterirler (Bu kavram tarafımızdan geliştirilmiş olup daha geniş bilgi bu web sayfasında bulunmaktadır). Günümüzde psikoterapi için gelen bir çok kişi, gençler dahil, ileri derecede sosyolojik kendilik özellikleri göstermekte ve psikoterapi süreci içersinde bundan arınabilmektedirler.Sosyolojik kendilik çok yaygın ve aşırı olduğunda bu yalnız kişi için değil, toplum için de zararlıdır.

Çocukluk çağı travmalarının gündelik yaşamda görülen en hafif sonucu sosyolojik kendiliğin fazla gelişmesidir. Bu da klinik olmayan düzeyde bir dissosiyasyondur. Çünkü kişi psikolojik kendiliğinden uzaklaşır. Daha ileri giden tablolarda kişinin içinde kendine yabancı unsurlar o kadar artar ki, bu klinik bir dissosiyasyona götürür. Kendi kendine konuşma, iç dünyasında kendisine yabancı görüşler, duygular dile getiren taraflar, giderek içinde bir başka kişi ya da kişililiğin varlığını hissetme gibi ruh halleri doğar. Bu gibi durumlar psikiyatride dissosiyatif bozukluk olarak adlandırılır ki çocukluk çağı travmalarının yarattığı psikiyatrik bozukluklar içersinde en önde geleni budur.

Çocuk eğitimi için en önemli etken ailedir. Bütün diğer etkenler aile unsurunun süzgeçinden geçtikten sonra etkilerini gösterirler. Çocuğun başına ne gelirse gelsin, ailenin bunu tamponlama ya da etkisini şiddetlendirme gücü vardır. Genel olarak, ailede sosyolojik kendilik düzleminde davranışların egemen olması aile dışı stres verici olayların hazmedilmesini güçleştirir. Ancak bir çok aile bu özelliğinin farkında olmadığı için ana ya da baba kendisinin hangi davranışlarının bu olumsuz etkiyi yaptığını anlayamaz ve bunları düzeltemez. Bu nedenle çocukluk çağı travmalarının kuşaktan kuşağa aktarılma özelliği vardır, ta ki bir kuşakta bu döngü dışardan müdahele ile kırılana dek.

Günümüzde gençlerde giderek arttığı görülen ruhsal sorunların ana kaynağı göze görünen ya da görünmeyen çocukluk çağı travmalarıdır ki burada aile ya başlıca etken ya da katalizör ya da prosessör işlevini görmektedir. Ana-babalar psikiyatriste ya da psikoloğa başvurduklarında bunu bir suçluluk kaygısına dönüştürmeden kendilerini samimiyetle sorgulamalıdırlar. Suçluluk kaygısı bu gibi gerçeklerin görülmesini güçleştirmekte ve zararlı olmaktadır. Çünkü önemli olan iyi sonuçların elde edilmesidir ve ailedeki sorunlu bir gencin iyileştirilmesi sürecinde aile de bundan bir şey öğrenebilir ve eskisinden daha mutlu olabilir.

(C) Vedat Şar: Her hakkı saklıdır, bu sitedeki hiç bir metin kopyalanamaz ve izinsiz kullanılamaz.
SiteLock